Yaşlılık
Zamanın yıpratıcı etkisi
herşeyde gözle görülür biçimde fark edilir. En son model diye alınan bir araba
birkaç sene içinde çizilir, arızalanır ve kaçınılmaz olarak eskir. Çok
beğenilen bir ev, 5-10 sene sonra (eğer bakım yapılmazsa) boyaları dökülmüş,
eski görünümlü bir harabeye dönüşür. Ancak tüm bunların yanında en büyük
yıpranmaya insan kendi bedeninde şahit olur. Geçen yıllarla birlikte insanın
çok değer verdiği bedeni, geri dönülemez bir biçimde hasar görür. İnsanın
belirli bir zaman süreci içinde geçirdiği bu değişiklik Kuran'da şöyle
bildirilmiştir:
Allah sizi bir za'ftan
yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin
ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç
yetirendir. (Rum Suresi, 54)
Yaşlılık çoğu zaman,
düşünülmek istenmeyen, hayata dair planlara dahil edilmeyen bir dönemdir.
İnsanların çoğu fiziksel birtakım acizlikler içinde geçirecekleri yaşlılık dönemini
mümkün olduğu kadar akıllarına getirmemeye çalışır. Zaman zaman konusu
açıldığında ise çok şiddetli bir korkuya ve endişeye kapılırlar, ama kısa bir
süre içinde yine hiçbir şey yokmuş gibi günlük yaşamlarına devam ederler.
Yaşlanacaklarını akıllarına getirmek istememelerinin en büyük nedenlerinden
biri, bu düşüncenin dünyada sonsuza dek yaşayamayacaklarını kendilerine
hatırlatıyor olmasıdır. Bu yüzden eninde sonunda karşılaşacaklarını bilseler de
yaşlılığı çok az düşünürler. Önlerinde uzun seneler olduğunu, yaşlanmanın ve
ölümün çok ileride olacağını varsayarlar. Kuran'da kimi insanların içerisine
düştüğü bu yanılgı açıkça belirtilmiştir:
Evet Biz onları ve atalarını
yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi…
(Enbiya Suresi, 44)
Bazı insanların içine
düştüğü "yaşlılığı uzak görme yanılgısı" onları hayatları boyunca oyalar. Çünkü kaç yaşında olursa olsun yetişkin her
insan şeytanın kandırmasına uyup daha önünde çok uzun bir ömür olduğunu
zanneder. Oysa yıllar hızla akıp geçer. Dönüp geride kalan hayatına baktığında
aklında belli-belirsiz hatıraların kaldığını görür. Çocukluk ve gençlik
dönemlerinde başından geçen iyi ve kötü olayları, onu heyecanlandıran şeyleri,
aldığı önemli kararları, hırsını yaptığı, ulaşmak için yıllarını verdiği
amaçları, daha sonra zorlukla hatırladığında, onun için hepsi birer anıdan
ibarettir. Bu nedenle çoğu zaman "koca bir hayatı" anlatmak, en fazla
birkaç saat alır. İyice yaşlanmış ve ölümün kıyısına gelmiş insanların
hangisine sorarsanız sorun, ömrün bir göz çarpması gibi son derece kısa ve
hızlı geçtiğini söyleyecektir.
Dedi ki: "Yıl sayısı
olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" (Mü'minun Suresi, 112)
Dediler ki: "Bir gün ya
da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." (Mü'minun Suresi, 113)
Dedi ki: "Yalnızca az
(bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Mü'minun Suresi, 114)
Sadece birkaç saniye
düşünerek kavranabilecek bu gerçek, insanı hayatının hangi döneminde olursa
olsun durup bir karar almaya sevk etmelidir. Örneğin, 40 yaşında olan bir insan
65 yaşına kadar yaşamayı umuyorsa bilmelidir ki önünde kalan 25 sene, geçirdiği
40 sene kadar çabuk geçecektir. Aynı kişi 90 yaşına kadar da yaşayacak olsa,
değişen hiçbir şey olmayacaktır. Çünkü önünde kalan yıllar uzun da olsa, kısa
da olsa eninde sonunda tükenip sona erecektir. İşte bu noktada insanın
yaşlanması, dünyanın geçici bir mekan olduğunun en keskin
hatırlatıcılarındandır. İnsan ne yaparsa yapsın, bu dünyadan bir daha geri
dönmemek üzere ayrılacaktır.
O halde insan, ön
yargılarını bir kenara bırakıp kendi hayatı hakkında daha gerçekçi
düşünmelidir. Öncelikle belirttiğimiz gibi zaman çok hızlı geçmekte ve geçen
her gün insanı daha genç ve dinamik bir yapıya değil, ayette bildirildiği gibi
"bir za'fa" düşürmektedir. Kısacası yaşlanmak, insanın acizliğinin
önemli bir göstergesidir. İlerleyen zamanın insan bedeni ve zihni üzerinde
yarattığı bozucu etki apaçık bir gerçektir. Kuran'da insanın yaşlılıkla
birlikte içine düştüğü acizlikten şöyle bahsedilmiştir:
Allah sizi yarattı, sonra sizi
öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömür en aşağı
ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz Allah bilendir, herşeye güç
yetirendir. (Nahl Suresi, 70)
Tıbbi olarak yaşlılığa
"ikinci çocukluk dönemi" de denmektedir. Çünkü vücutta meydana gelen
bozulmalar, tıpkı bir çocuk gibi bakıma ve korunmaya muhtaç bırakır insanı.
Nitekim bu yaşlarda, fiziksel ve ruhsal açıdan çocukluk dönemine ait bariz
özellikler ortaya çıkmaktadır. Yaşlı bir insan, gençken fiziksel olarak
rahatlıkla güç yetirebildiği pek çok işi yapamaz. Veya gençken çok güçlü bir
hafızaya sahip olsa bile, yaşlandığında hafızasında doğal bir gerileme oluşur.
Bu örnekler her konu için çoğaltılabilir. Ancak sonuç olarak belli bir yaştan
sonra her insanda görülen fiziksel ve zihinsel çöküş kişiyi bir nevi çocukluk
haline geri dönüştür.
Kısacası insan, hayatına
çocuk olarak başlar ve bir dönem sonra tekrar çocukluğa dönerek hayatını
noktalar. Bu süreç, şüphesiz gelişigüzel oluşmuş değildir. Allah dileseydi
insanı ölene kadar genç yaşatır, vücudunda hiçbir eksiklik ya da hastalık
yaratmazdı. Ama Allah yaşlılık döneminde insanda fiziksel birtakım eksiklikler
yaratarak, ona bu dünyanın geçiciliğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Aynı
zamanda bu dünyadaki eksiklikleri göstererek, insanın ahirete, yani gerçek yurt
olan cennete özlem duymasını da sağlamaktadır.
Bu dünyanın geçiciliği
ve insanın belli bir hikmet üzerine yaşlılık dönemine ulaştırıldığı, aşağıdaki
ayetle açıkça ifade edilir:
Ey insanlar, eğer dirilişten
yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra
bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli
belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkca göstermek için.
Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi
bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi
büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten
sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna geri
çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine
suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir. (Hac
Suresi, 5)
Yaşlılıkla Gelen Fiziki Bozulmalar
Ne kadar zengin, ünlü ya
da güçlü olursa olsun, hiçbir insan ileriki yaşlarda kendisini bekleyen ve aşağıda bahsedeceğimiz fiziki bozulmalardan kurtulamaz.
Deri insanın güzelliğinde
en çok önem taşıyan faktörlerdendir. Yaklaşık bir milimetrelik bu doku kaldırıldığında
estetik yönden hiç de hoş olmayan bir görüntü çıkar. Öyle ki oluşan manzaraya
bakmak bile oldukça güçtür. Çünkü deri, koruyucu fonksiyonunun yanısıra düzgün
ve pürüzsüz bir görünüm verdiği için estetik yönden çok önemli bir işlev
üstlenmiştir. Bu durumda, "insanın övündüğü, çevresine gösteriş yaptığı
özelliği, vücudunun her yerini kaplayan yaklaşık 2 kilogramlık deridir"
diyebiliriz. Fakat ne hikmetlidir ki, yaşlılığın en fazla tahribat yaptığı yer
de yine deridir.
Yaşlandıkça derinin
esnekliği azalır, incelir ve alt tabakalardaki yapı, iskelesini oluşturan
yapısal proteinler hassaslaşıp çöktüğü için sarkar. Yaşı biraz ilerlemiş
herkesin korkuyla beklediği yüzdeki kırışıklıklar, çizgiler işte bu nedenle
meydana gelir. Üst deride sürekli yağ katmanı oluşturacak ve doğal yumuşatıcı
etkisi gösterecek bezlerin salgısının azalması dolayısıyla pullanma görülür.
Aşırı pullanma ve dökülme sonucunda derinin geçirgenliği artar ve dış etkilerin
deriden geçişi kolaylaşır. Buna bağlı olarak da yaşlılık kaşıntısı, tırnak
yaraları, deride lekelenme, uykusuzluk vs. meydana gelir. Aynı şekilde alt
deride de çok büyük bozukluklar oluşur. Deri dokularında yenilenme ve madde
alışverişi mekanizmaları yaşlı insanlarda önemli ölçüde bozulmuştur. Bu nedenle
ileri yaşlarda kötü huylu tümörlere sık rastlanır.
Kemiklerin sağlamlığı da
insan bedeni için her yönden büyük önem taşımaktadır. Dik bir duruşu yakalamak
genç biri için çok kolayken, yaşlılık döneminde bu, fiziksel açıdan pek mümkün
değildir. İlerleyen yaşlarda omurilikte meydana gelen doğal eğilme nedeniyle
kamburluk ortaya çıkar. Bu, gençlikte sahip olunan her türlü gösterişin bir
kenara bırakılması anlamına gelir. Duruşuna bile hakim olamayacak hale gelen
bir insanın, doğaldır ki diğer insanlara karşı büyüklük taslayacak hiçbir
özelliği kalmayacaktır. Kendisi kabullenmek istemese de, acizliğini artık etrafındaki
kimselerden gizleyemeyecektir.
Bu arada yaşlanan
insanların sinir hücrelerinde yenilenme olmadığı için, tüm duyularda belli bir
kayıp oluşur. Gözlerde yaşlanma ile birlikte, ışık şiddetine tepki olarak boyut
değiştirme kabiliyeti azalır. Bu durum görme yeteneğini kısıtlar; renklerin
canlılığı, cisimlerin şekli, konumları ve uzaklıkları bulanıklaşır. Çok önemli
olan görüş keskinliği giderek azalır. Bu, yaşlılar için en zor alışılacak
durumlardan biridir.
İnsanın yaşlılık
döneminde fiziksel ve ruhsal açıdan pek çok kayba uğraması, şüphesiz üzerinde
düşünülmesi gereken bir olaydır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah
dileseydi insana bu eksikliklerin hiçbirini vermeyebilirdi; insan doğduktan
sonra büyür, gelişir, hatta zamanla tüm organları, kabiliyetleri daha da
kuvvetlenebilirdi. Dünya hayatında geçirdiği yıllar insanın sağlığına sağlık,
gücüne güç katabilirdi. Alışılmadık bir model olmasına rağmen, hayatın insanı
yıpratan değil, yenileyen, geliştiren bir özelliği olması pekala mümkün
olabilirdi. Ne var ki Allah'ın bir hikmet üzerine insanlar için dileyip
yarattığı sistem, yaşlanmaya, bozulmaya göre ayarlanmıştır. Dünya üzerindeki
herşey gibi insan bedeni de bozulmaya mahkumdur.
Her geçen gün hızla
yaşlanıp ölüme hazırlanan insan bu
dünyanın geçiciliğini ve kendisine faydası olmadığını bir kez daha
anlamaktadır. Tüm bu acizliklerden anlaşılmaktadır ki, sonsuz hayat yanında bu
dünya hayatının hiçbir kıymeti yoktur. Nitekim Allah, Kuran'da bu gerçeğe
defalarca dikkat çekmiş, dünya hayatının geçici özelliklerle dolu olduğunu
ayetleriyle haber vermiştir. İnsanlara bu durumu düşünmelerini ve gerekli öğüdü
almalarını emretmiştir.
Dünya hayatının örneği,
ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün
bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp
süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam
bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir
zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız.
Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus
Suresi, 24)
Buraya kadar
anlatılanlardan gördüğümüz gibi, insan doğmakta, gelişerek belli bir yaşa
ulaşmaktadır. Bu en güçlü çağında tüm bedeninin kendisine ait olduğuna da kesin
kanaati gelmekte ve kendini tüm dünyanın odak noktası olarak görmektedir. Ancak
bir süre sonra aniden gücü ve güzelliği, yaşlanmayla yok olmaya başlamakta ve
kendisi de bu durum karşısında bir şey yapamamaktadır. Çünkü Allah dünya
hayatını geçici bir yurt olarak hazırlamıştır. Ve insanı, gerçek yurt olan
ahireti hatırlatacak, ona hazırlık yapmasını sağlayacak her türlü acizlikle
birlikte yaratmıştır. Dolayısıyla bu, insanın düşünmesi gereken son derece özel
bir durumdur.
"Güzel ahlaklı olanlar yaşlandıklarında da genç ve dinç olurlar. Hz. Peygamberimiz (sav)'in vefatında, çocukluğunun tazeliği ve güzelliği aynen duruyordu."
ADNAN OKTAR: ... Küfre düşenler, zulme gidenler Allah onlarda
bir iç acısı meydana getirir ve ruhu vücuduna saldırmaya başlar ve buna
dayanamıyor vücudu. Artık çökmeye başlıyor çünkü vücut zavallıdır. Ruh saldırdı
mı ona gücü yetmez, vicdanı her yerden onu boğuyor. Mesela o güzelim gözü
gidiyor bambaşka bir göze dönüşüyor, anlamsız ve matlaşıyor. O güzelim cildi
bambaşka bir şekle giriyor. Saçları bozuluyor, vücudu bozuluyor. Onu gördükçe
daha da çöküyor. Çöktükçe daha da üzülüyor yani ters bir gelişme oluyor onun
açısından tevekkül etmediği için. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatı
zamanında bile çocukluğundaki tazeliği ve güzelliği duruyordu ki bu onun bir
mucizesidir. Hep masumdu Peygamberimiz (sav)'in yüzü, çocuk masumluğu vardı.
Çocukluğundaki yüzü hiç bozulmadı Peygamberimiz (sav)'in. Bu bir mucizedir,
peygamberlerde bu vardır Çocukluklarındaki masumlukları durur çünkü günahtan
beriler. Çok efendi ve dürüst yaşıyorlar.
Peygamberimiz'in
biliyorsunuz lakabı "Muhammed-ül emin"di. Kim diyor bunu biliyor
musunuz? Ateistler, müşrikler Peygamberimiz (sav)'e "emin insan"
diyorlar. Her konuda o hakemlik yapıyor, o kadar eminler. Bakın bir dinsizin
veya bir ateistin bir Müslümana emin demesi çok muhteşem bir olay. Aslında
düşmanlar ama güvenilir olduğunu biliyorlar, adı gibi eminler ve bir şey
olduğunda Efendimiz (sav)'i hakem tayin ediyorlar.
İbret Verici Yaşlılık Örnekleri
Yaşlanmak, tek bir
istisna bile olmadan herkes için geçerli ve kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak
zengin, ünlü ya da çok güzel kişilerin yaşlanmaları, tüm zenginliklerini ve
güzelliklerini kaybetmeleri ibret verici olması açısından insanları daha çok
etkiler. Cahiliye ahlakını yaşayan birçok insanın özendiği, parası, ünü ya da
güzelliğiyle tanınmış kişilerin yaşlılığı ve acizliği dünya hayatının
kısalığını ve değersizliğini hatırlatan en önemli sembollerden biridir.
Bunun örneklerini
çevremizde yüzlerce kez görmemiz mümkündür. Bir zamanlar fiziki güzelliği, gücü
ile ün kazanan, çok zeki ve sağlıklı olarak tanınan insanları bir gün
televizyonda ya da gazetede zihinsel ve fiziksel gücünü kaybetmiş olarak
görebiliriz. Örneğin tüm dünyaca tanınan Madonna, John Travolta, Brad Pit,
Angelina Jolie, Al Pacino, Mickey Rouke, Richard Gere, Jack Nicholsan, Cindy
Crawford, Julia Roberts, Michael Douglas gibi ünlüler yıllar geçtikçe
yaşlanmış, eski güzelliklerini ve zindeliklerini tamamen kaybetmişlerdir. Yine
güzelliği dünya çapında ünlü olan Farrah Fawcett ile ünlü bir dansçı olan
Patrick Swayze kanser olup tanınmayacak hale gelmiş ve hastalığın pençesinde
yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine gençlerin özenerek, örnek aldıkları Michael
Jackson ve Amy Winehouse gibi ünlüler de hiç beklemedikleri bir anda ölmüş ve
tüm servetlerini ve şöhretlerini geride bırakarak ahirete gitmişlerdir. Dünya
çapında şöhret olan bu insanların herşeylerini geride bırakarak ölmeleri tüm
insanlar için çok büyük bir ibret vesiledir. Allah dünya hayatının geçici
olduğunu, insanların ne kadar zengin, güzel ve şöhretli olurlarsa olsunlar
öldüklerinde, dünyadan tek bir taş parçası bile götüremeyeceklerini çok net bir
şekilde göstermektedir.
İlerleyen sayfalarda
dünya çapında ünlü olup yaşlandıktan sonra tanınmayacak hale gelen ya da genç
yaşta hayatını kaybeden kişilerden örnekler vereceğiz. Göreceğiz ki; insan her
ne kadar genç, ünlü ve güzel olursa olsun, mutlaka bir gün yaşlanacak ve daha
sonra da ölüp Allah'ın huzuruna çıkacaktır.
İnsanın Ölümü
Her gün ölüme biraz daha
yaklaştığınızın farkında mısınız? Ölümün size de diğer insanlara olduğu kadar,
belki de daha yakın olduğunu biliyor musunuz?
"Her nefis ölümü
tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz" (Ankebut Suresi, 57) ayetinde bildirildiği gibi
dünya üzerinde şu ana kadar yaşamış, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak
olan her insan istisnasız olarak ölümle karşılaşacaktır. Ancak bu kesin gerçeğe
rağmen kimi insanlar her nedense kendilerini bu sondan oldukça uzak
görebilmektedirler.
Dünyaya ilk kez
gözlerini açan ve dünyaya gözlerini son kez yuman iki insan düşünün. Ne yeni
doğan bebek doğumuna müdahale edebilmiştir ne de ölen kişi kendi ölümüne.
Sadece Allah bu güce sahiptir; dilediği zaman yaratır, dilediği zaman geri
alır. Bütün insanlar kendileri için belirlenen bir süreye kadar yaşayacaktır ve
daha sonra ölecektir. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:
De ki: "Elbette sizin
kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra
gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size
yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Birçok insan ölümü
düşünmek istemez, aynı zamanda günlük uğraşıları da insanı farklı konular
üzerinde düşünmeye sevk eder. Hangi okulda okuyacağı, hangi işte çalışacağı, ne
giyeceği ve ne yiyeceği daha önemlidir. Hayatın bunlardan ibaret olduğunu
düşünür. Ölümden bahsedildiği zaman ise, "ağzını hayra aç, daha çok
genciz" gibi anlamı olmayan ve ölümü engellemeye de gücü yetmeyen yüzeysel
sözlerin arkasına saklanır. Kendisinin yaşlanınca öleceğini, en az 50-60 yıl
daha yaşayacağını hesaplar; genç yaşında böyle "iç karartıcı"
konularla meşgul olmak istemez. Halbuki bu son derece kibirli bir düşüncedir ve
böylesine kendinden emin olan bu insanın bir saniye sonra yaşayabilme garantisi
bile yoktur. Her gün gazetelerde, televizyon kanallarında çok genç yaşta aniden
ölen insanların haberlerine, kendi yakınlarının ölümlerine tanık olmaktadır;
ama bir gün kendi ölümüne de başkalarının tanıklık edeceğini, kendisini de
böyle bir sonun beklediğini düşünmez.
Oysaki ölüm insana
aniden geldiğinde, o an için dünyaya yönelik herşey, tüm beklentiler, umutlar,
hesaplar sona erer. Şu anki halinizi, gözlerinizin açılıp kapanmasını,
vücudunuzun hareket etmesini, konuşabilmenizi, gülebilmenizi, yani tüm hayati
fonksiyonlarınızı düşünün. Sonra da ölümün akabinde ne hale geleceğinizi
canlandırın gözünüzde... Hareketsiz bir şekilde, etrafınızda olup bitenleri
anlamayıp öylece yatacaksınız. Bedeniniz başka insanlar tarafından taşınacak ve
bir "et yığını" olarak kabul edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı
mezar kazılırken, siz gusülhanede görevli kişi tarafından yıkanacaksınız. Beyaz
kefenle sizi saracaklar. Tahta tabuta konacaksınız. Camideki işlemler bittikten
sonra mezara gidilecek, üzerinde isminizin, doğum ve ölüm tarihinizin yazıldığı
bir taş olacak. Kefenle birlikte sizin için kazılan çukura atılacaksınız.
Üzerinize tahta konacak, daha sonra da toprak. Toprak sizi iyice örttükten
sonra işlem son bulmuş olacak.
Mezarınızı ziyaretler
ilk zamanlar daha sık olmakla birlikte, sonraları yılda bir kez olacak, daha
sonraları hiç olmayacak. Üstelik bu ziyaretlerden sizin haberiniz dahi
olmayacak.
Yıllarca kullandığınız
odanız, yatağınız boş kalacak. Cenazeniz kaldırıldıktan bir süre sonra da özel
eşyalarınız ihtiyacı olanlara dağıtılmak üzere evinizden yollanacak.
Yakınlarınız nüfus dairesine gidip sizin öldüğünüzü ve kaydınızın bu dünyadan
silinmesini söyleyecekler. İlk zamanlar belki hatırlanacaksınız, arkanızdan ağlayan
birkaç kişi olacak. Ancak zamanın unutturucu etkisi ileriki yıllarda gittikçe
ağır basacak. Birkaç on yıl sonra ise "koca bir ömür" sürdüğünüz
dünyada sizi hatırlayan pek kimse kalmayacak. Ama bununla birlikte, öldükten
sonra arkanızda bıraktığınız tüm aileniz ve tanıdıklarınız da yavaş yavaş bu
dünya hayatından ayrılacağı için, hatırlanıp hatırlanmamak da pek bir şey ifade
etmeyecek.
Dünyada bunlar olup
biterken, toprağın altındaki bedeniniz ise, hızlı bir parçalanma sürecine
girecek. Toprağa konmanızdan hemen sonra böcekler ve bakteriler harekete
geçecek. Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her
tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek. Bundan sonra gazın
diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan kanlı köpükler
gelmeye başlayacak. Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve
tabanlar yerlerinden ayrılacak. Bu dış değişmeyle beraber, iç oganlarda da
çürüme başlayacak. En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın
bölgesinde toplanan gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacak ve bedenden
tahammül edilemeyecek derecede pis kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan
başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak. Cilt ve yumuşak kısımlar
tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak. Beyin tamamen çürüyecek ve
kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından ayrılacak ve iskelet dağılmaya
başlayacak… Bu olay, cesediniz bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar
böylece devam edecek.
Artık ölmeden önceki
yaşamın bir saniyesine bile geri dönme imkanı olmayacak. Aileyle görüşme,
arkadaşlarla buluşup eğlenme, en yüksek mevkiye gelme imkanı da kalmayacak ve
beden mezarda çürüyerek iskelet haline gelecek.
Kısacası kendisiyle
özdeşleştiğiniz, "ben" sandığınız beden, oldukça iğrenç bir sonla yok
olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir ruh olan siz, bu bedeni çoktan terk etmiş
olacaksınız, geride kalan beden ise, oldukça çarpıcı bir biçimde yok olacak.
Peki tüm bunların sebebi
nedir?..
Allah dileseydi, insan
vücudunu öldükten sonra bu hale getirmeyebilirdi. Ancak insan bedeninin
toprağın içinde böylesine dehşetli bir şekilde parçalanmasının çok büyük bir
hikmeti vardır. Bu hikmeti anlamak için de insanın ölümle birlikte
karşılaşacaklarını düşünmesi gerekir.
Öncelikle insan,
kendisinin aslında bir et yığını olan vücudundan ibaret olmadığını, bedeninin
yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu
görerek anlamalı, bedenin ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Dahası
insan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar
kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti
hakkında düşünmelidir. O beden bir gün mutlaka toprağın altında çürüyecek,
kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir. Ve o gün belki de çok uzak değil, bir
salise, bir adım ötededir…
Anlatılan tüm bu
gerçeklere rağmen, insan ruhunda sevilmeyen, istenmeyen şeyleri düşünmemek, yok
kabul etmek gibi bir eğilim vardır. Bu durum özellikle ölüm söz konusu olunca
iyice belirginleşir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, ölüm ancak bir tanıdık
kaybedildiğinde ya da birinin ölüm yıl dönümünde hatırlanır. Hemen hemen herkes
ölümü kendisine uzak görür. Sanki yolda yürürken, yatakta yatarken ölenlerin
kendinden farklı bir durumu mu vardır? Yoksa o "daha gençtir" de
"uzun yıllar" yaşayacak mıdır? Ne var ki evinden okula gitmek için
yola çıkıp ya da önemli bir toplantıya yetişmeye çalışırken trafik kazası
geçiren kişi, hiç tahmin etmediği bir zamanda beklemediği bir hastalıkla ölen
biri de ölmeden önce aynı düşünceyi taşıyor olabilir. Bu insanlar bir gün önce
yaşarlarken, ertesi günün gazetelerinde herkesin onların ölüm haberlerini
okuyacaklarını büyük bir olasılıkla akıllarına bile getirmemişlerdir.
Gariptir ki siz de bu
satırları okuduktan sonra çok kısa bir süre sonra ölebileceğinize ihtimal
vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerinizin olması belki de
ölümün sizin için "henüz erken ve zamansız olduğunu" düşündürüyordur.
Oysa bu bir aldanma ve kaçıştır, üstelik Allah bu kaçışın fayda vermeyeceğini
de bize bildirmiştir:
De ki: "Eğer ölümden
veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz;
böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp
yararlandırılmazsınız." (Ahzab Suresi, 16)
İnsan bilmelidir ki bu
dünyaya "yalın" bir şekilde gelmiştir ve yine "yalın" bir
şekilde gidecektir. Ama doğduktan hemen sonra, ihtiyaçlarını gidermek için
kendine sunulan nimetleri cahilce sıkı sıkıya sahiplenir; onları elde tutmayı
hayatının en önemli amacı haline getirir. Oysa hiç kimse malını, mülkünü ya da
sahip olduğu diğer şeyleri öldükten sonra yanına alamaz. Sonuçta beden, birkaç
metrelik beyaz beze sarılıp defnedilir. İnsan, bu kısa dünyaya
"yalın" gelir ve "yalın" gider.
Kendisiyle birlikte
ahirete varan tek şey, Allah'a olan inancı ya da inançsızlığıdır.
"Her insan ölümlüdür. Kapkaranlık toprağın altında
en azametli insan bile toz, toprağa dönüşecek."
ADNAN OKTAR: ... Dış görünüme göre değerlendirme çok yaygın.
Mesela zengin görünümlü bir insana karşı, sevgi ve saygı daha yoğun olabiliyor
ama fakirlere karşı sevgi ve saygı daha düşük oluyor. Ben bunu her yerde
görüyorum ve çok acı bir olay. Bakar bakmaz kıyafetine, tavrına göre bir
muamele oluyor. Bu yakışık alacak bir şey değil. Halbuki her insan ölümlüdür.
En gösterişli dediğimiz insanı düşünelim, mesela genç kızlar aslan gibi, son
derece güzel, gösterişliler ama onun 70 yıl sonrasını düşünüyorum. Mezarda
upuzun, yatıyor olacak.
Kafatası, kemikler
simsiyah karanlık toprağın altında ama zifiri karanlık toprağın altında yatacak
kemik olarak. Nerede o daha önceki lüks çantalar, lüks kıyafetler, makyaj
malzemeleri, o şen kahkahaları, değil mi? O azametli yürüyüşü, o enaniyeti?
Kafasını dikerek yürümesi, hiç ölmeyecekmiş gibi davranması ama bakıyoruz
mezarın altında ve milim kıpırdayamıyor. Çıt yok. Sessizlik var tam anlamıyla
mutlak sessizlik; sıfır görüntü var simsiyah karanlığın altında. Marka
çantalar, parfümler yok. Ne parfüm götürebiliyor mezarın altına, ne bir yatın
üzerinde güneş gözlüğüyle başkalarına hava atabiliyor, ne azamet yapabiliyor,
ne sigara içebiliyor yerin altında. Hiçbir şey yapamıyor. Bu ne kadar süre
içinde oluyor? Çok kısa süre içerisinde oluyor.
Ben televizyonu
açıyorum, mankenleri gösteriyor, onların geliş gidişlerini gösteriyor, kimi
zaman geçmişin ünlü kadınlarını mesela Mussolini döneminin İtalyan kadınlarını
gösteriyor, şık ve güzel gösterişli kadınlar.
Ama şimdi hepsi mezarın
altında, hiç kıpırmadan şu an duruyorlar tamamı. O devirde biz onlara bu konuyu
anlatmış olsak muhtemelen "Daha durun bakalım, sen neden bahsediyorsun?
Daha çok vakit var" derlerdi. Oysa bakın, bir anda bitmiş herşey,
üzerinden nesil geçmiş. Orada onları filme alan kişi de yok artık veya eski
konuşmalar var kayıtlarda mesela şen kahkahaları var, teybe alınmış. Hiçbiri
yok ortada şu an. Allah; "Fısıltılarını duyuyor musun?" diyor
(Meryem Suresi, 98). Hatta "Üstlerinden geçiyorsun" diyor.
Bir genç kız düşünelim,
hiç ortada yokken küçücük bir spermden oluşuyor, bunu düşünmesi lazım. Koskoca
bir insan haline geliyor. Saçına bakıyor havaya giriyor, gözüne bakıyor havaya
giriyor, koluna bacağına bakıyor havaya giriyor. "Bunu kim yarattı?"
diye düşünmüyor. Halbuki aczini düşünmesi lazım. Cildinin 1 milim altı
kıpkırmızı kan. En güzel genç kızın derisini bir kaldırsan bütün insanlar
kaçar. Kimse bakmaya tahammül edemez çünkü kasları ve yağları göründüğünde
kaçacak delik ararlar. 1 milim, birkaç metre kare deri o çirkinliği
kapatıyor. Biraz daha içine girdiğimizde
kan görüyoruz, biraz daha, et görüyoruz, kemik görüyoruz, bağırsağı var,
karaciğeri var, dalağı var. Bu kadar havayı nereye atıyorsun sen o zaman?
İşte insandaki bu azamet
ve bu enaniyet, büyüklük hissi mucizedir. Akılcı düşündüğünde böyle bir şeyi
yapması mümkün değil, yapamaması lazım. Her gün aczini görüyor, sabah
kalktığından itibaren aczini görüyor, zavallılığını görüyor. Perişanlığını
görüyor. Sürekli bakım yapıyor ondan sonra dışarıya çıkabilecek hale
gelebiliyor. Buna rağmen akıl almaz bir azamet gösteriyor. Bu kadar aczine
rağmen, bu kadar büyüklük ve azamet hissi olması mucizedir. Azgınlaşıp, hırsa
kapılıp, hatta bu hırsla insanları öldürmeye kalkması, hırsızlık yapması,
soygun yapması, bağırıp çağırması, insanları dolandırmaya kalkması bunlar hep
mucizedir. (Adnan Oktar'ın 12 Mayıs 2010 tarihli röportajından)
İman eden insanın ölümü ile inkar eden
insanın ölümü bir mi olacak?
Çevrenizde her gün
gördüğünüz insanlar, aileniz, komşularınız, iş arkadaşlarınız bir gün gelecek
mutlaka ölecekler ve öldükleri anda da ölüm melekleriyle karşılaşacaklar.
Onlardan kimi yatağında yatarken, kimi trafikte giderken, kimi sınava yetişmek
için sınıfa girerken ölümle birlikte aniden karşılarına çıkan ölüm meleklerini
görecekler. Onlar melekleri görürken çevrelerinde bulunan hiçbir insan
melekleri göremeyecek, sadece ölen kişi bu gerçeği çok keskin ve net bir
şekilde görecek. Bu insanlar öldükleri anda çok değer verdikleri bedenlerini
dünyada bırakacak ve ölüm meleklerine teslim olacaklardır. Kuran'a göre iman
eden bir insan ve inkar eden bir insanın ölüm anı birbirinden çok farklı
olacaktır.
İman eden kişinin canı
Allah'ın görevlendirdiği melekler tarafından çok kolaylıkla alınacak, ölen kişi
melekler tarafından cennetle müjdelenecektir. Kitabı sağ yanından verilecek,
Allah'ın huzurunda güvenle duracak ve hayatı boyunca yaptığı salih amellerle
Allah'ı razı ettiğini, cennetle ödüllendirileceğini anlayacaktır.
Ki melekler, güzellikle
canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza
karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
O gün, mü'min erkekler ile
mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün.
"Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından
ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
(Hadid Suresi, 12)
İnkar eden kişi ise
hayatına devam edip nefsini eğlendirirken ya da dalmış sokakta yürürken,
arkadaşıyla bir tartışmaya tutuşmuşken ya da evde yatmaya hazırlanırken aniden
ölüm melekleriyle karşılaşacaktır. Ve karşılaştığı anda da kendisi için çok
zorlu bir sorgulamanın başlayacağını kavrayacaktır. Kuran'da ölüm meleklerinin,
inkar edenlerin canlarını sırtlarına vura vura aldıkları bildirilir. Ölen kişi
yapayalnız Allah'ın huzuruna getirilir. Tüm dünya hayatı boyunca Allah'ın
rızasından yüz çevirmenin ve şeytana uymanın, nefsinin peşinden sürüklenmenin
pişmanlığı içindedir. Sonuç olarak inkar eden kişinin canı ölüm melekleri
tarafından çok korkunç bir şekilde, bağırta bağırta, çok acı çektirilerek
alınır.
Öyleyse melekler, yüzlerine
ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed
Suresi, 27)
Sen bu zalimleri, ölümün
'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara:
"Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı
haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz)
dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir
görsen... (En'am Suresi, 93)
Melekleri, onların yüzlerine
ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin
canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)
Dünyada
milyarlarca yaşayan ölü olduğunun farkında mısınız?
Kuran'da Allah iki insan
tipinden bahseder. Biri Allah'ın varlığını fark edebilen, inançlı, yaşarken
Allah'ın ayetlerini görebilen, ahiretin varlığını bilen ve hayatını ona göre
düzenleyen insandır. Bu kişinin şuuru tamamen açıktır. Olayların Allah'ın
kontrolünde olduğunu hisseder. Her olayın kendisi için bir imtihan olduğunu ve
özel olarak yaratıldığını bilir. Her şeyden önemlisi dış alemde var olan
dünyanın aslında beyninde yaratıldığının ve Allah'ın kendisini her an
denediğinin bilincindedir. Olayların hepsinin Allah tarafından bilinçli ve bir
hikmet üzerine yaratıldığını bilir.
Şuuru açık olan imanlı
bir insan olayların arkasındaki hikmetleri hemen anlar. Mesela işe giderken
yolda bir kaza ve ölü gördüğünde o insanın kaderinde belirlenen vaktinin
geldiğini ve Allah'ın canını aldığını düşünür. O kişinin sonsuza kadar sürecek
ahiret hayatının başladığını ve Allah'ın huzurunda hesap verdiğini bilir.
İmanlı bir insan her baktığı yerde Allah'ın ayetlerini ve tecellilerini görür.
Kalbi de imanından dolayı yumuşaktır. Kendisine Allah'ın bir ayeti
hatırlatıldığında hemen harekete geçer, ayetlerden etkilenir ve ahlakını
güzelleştirir, hatalarını düzeltir. İşte bu da o kişinin gerçek anlamda
duyduğunu ve hissettiğini bize gösterir. İnsan ancak kendisine iman verildiği
anda gerçekten gören, duyan ve hisseden birine yani yaşayan bir ölüden gerçek
anlamda yaşayan bir insana dönüşür.
Kuran'da bahsedilen
diğer insan tipi ise imansız, Allah'tan habersiz, sadece dünyayı yaşayanlardır.
Bu insan dünya hayatına ve onun karmaşasına dalıp gider. Hızla ahirete
yaklaştığını fark edemez. Gerçek hayatın asıl ölümden sonra başladığını ve
sonsuz bir hayat olduğunu hiç düşünmez. Allah'ın ayetlerini bilmediği için
bunları göremez. Allah'ın kendisini sürekli olarak denediğini, imtihan ettiğini
bilmez. Olayları hep kendince nedenlere göre değerlendirir. "Eğer evden
biraz geç çıksaydım kaza geçirmeyecekti, eğer yavaş gitseydi ölmeyecekti"
gibi anlamı olmayan çıkarımlarda bulunur. Herkesin kaderini yaşadığını ve
hayatlarının bir saniyesini bile değiştiremeyeceklerini bilmez. Yolda kaza
gördüğünde yerde yatan cansız bedene ilk anda dehşetle bakar, kazanın nasıl
olduğunu araştırır ama kaderi ve ahireti hiç düşünmez. Çok kısa bir süre sonra
da unutur gider. Dünya işlerine dalıp oyalanır ve Allah'ı tamamen unutur.
Bu mantıktaki bir insana
Kuran ayeti söylesen kalbinde hiçbir etki oluşmaz, adeta duymamış gibi hayatına
devam eder. Allah'ın varlığını anlatsan, yarattığı mükemmel canlıları göstersen
bunları da doğal karşılar. Heyecanlanıyor gibi görünse de aslında iman etmez.
İşte bu o kişinin gerçek anlamda duymadığını, görmediğini ve hissetmediğini
gösterir. Kalbinde bir heyecan oluşmaması, kişinin Allah'a iman etmemesi
kalbinin de kaskatı olduğunu gösterir. İşte karşımızda görür, işitir ve
hisseder gibi duran ama aslında duymayan, görmeyen ve hissetmeyen bir insan
vardır. Bu insan her ne kadar yaşıyor gibi gözükse de aslında tam anlamıyla
ölüdür. Kuran'da Allah yeryüzünde yaşayan milyarlarca ölüden bahseder.
Dünyada gerçek anlamda
yaşayanlar, ruh taşıyan yani iman etmiş olan insanlardır. Diğer çevrenizde
gördüğünüz birçok insanın gerçek anlamda ruhu yoktur. Ruhları olmadığı için
göremez, duyamaz ve hissedemezler. Dışarıdan baktığınızda yaşadıklarını zannederek
yanılırsınız ama aslında bu kişiler ölüdür. Kuran'da bildirilen bu gerçeği her
insanın bilmesi ve üzerinde düşünmesi gerekir. Bu gerçeği fark eden insan, eğer
ruhu varsa hemen doğru yolu bulmaya çalışacaktır. Allah'ın varlığını
hissedecek, Kuran ayetleri ruhunda etki uyandırıp, iman edecektir. İnsan ancak
iman ederse dirilir, aksi takdirde yaşayan bir ölü olmaktan asla kurtulamaz.
İman etmeyen insanlar da asıl öldüklerinde canlanacak ve karşılarında tüm
gerçekliğiyle duran Allah'ın varlığını ve sonsuz hayatı göreceklerdir. Allah
yaşıyor gibi görünen ama ruhu olmayan insanların varlığını bize Kuran'da şöyle
bildirmiştir:
Çünkü gerçekten sen, ölülere
(söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı
işittiremezsin. (Neml Suresi, 80)
Diri olanlarla ölüler de
bir değildir. Gerçekten Allah,
dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır
Suresi, 22)
İnkar edenlerin örneği
bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin
anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar,
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
(Bakara Suresi, 171)
Gerçek şu ki size
Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de
kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir... (En'am Suresi, 104)
Ve sana bakacak olanlar
vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola
ulaştıracaksın? (Yunus Suresi, 43)
Bu iki grubun örneği; kör
ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de
öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 24)
Kim bunda (dünyada) kör
ise, O, ahirette de kördür ve yol
bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' (İsra Suresi, 72)
Onlar, kendilerine Rablerinin
ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp
kalmayanlardır. (Furkan Suresi, 73)
Ahirete inanmayanlara
gelince; Biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, 'körlük
içinde şaşkınca dolaşırlar'. (Neml Suresi, 4)
Öyleyse sağır olanlara
sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde bulunanı
hidayete erdireceksin? (Zuhruf Suresi, 40)
ADNAN OKTAR: ... İman eden bir insanı ölüm anından itibaren
hiçbir rahatsız edecek olay yoktur. Sürekli keyif ve zevk içindedir. Bir kere
canı alınırken çok nezaketli ve sevgi dolu bir üslupla alınır. İltifatlarla,
hürmetle, aşkla alınır. Heyetle gelirler, sevgiyle alıp götürürler, aksi birşey
olmaz. Cehennemin yanına götürürlerken de aynı şekilde. Herkes gidecektir
cehennem arazisine, yanlarında sürücüleri ile birlikte. Araziyi, ortamı
bilmedikleri için "önlerinde bir ışık vardır aydınlatan" diyor
Allah, "ve sağlarında da bir ışık vardır" diyor. Bizim aklımıza
lamba gibi bir şey gelir, ama değil. Biz onu ahirette anlarız, sürücü deyince
biz araba gibi bir şey düşünürüz, o da değil, ilk defa görmüş olacağız,
anlayacağız. Bizim bildiğimiz şeyler değil. Arazi deyince de, biz böyle düz
arazi zannederiz. Öyle de değil, bambaşka bir şey, orada anlayacağız ne
olduğunu. Onun için biz sadece iman ediyoruz şu an ne olduğuna. Görünce tam
kanaatimiz gelecek, çünkü ilk uyandıklarında da insanlar anlamıyorlar ahirette.
Kalkıyorlar, "Bizi
yattığımız yerden kim kaldırdı?" diyorlar, şaşırıyorlar. Bir uykudan
uyandıkları kanaatindeler, anlayamıyorlar. Sonra belirli bir noktadan birisi
onları çağırıyor, uzak bir noktadan. Oraya doğru topluca gidiyorlar. Oraya
gelince olayı anlıyorlar. "Eyvah, din günü buymuş, öldük, dirildik" diyorlar
yani orada anlıyorlar. Fakat orada bile yine anlamıyor birçoğu. Uyandığını,
baygın veya komada olduğunu ve bir araziye bırakıldıklarını zannediyorlar. Bir
şeye bırakıldıklarını zannediyorlar, yine fark edemiyorlar. "Eyvahlar
bize, bu din günü, kastedilen buydu" diyorlar. Ondan sonra olay
başlıyor işte.
Müminleri Allah
ayırıyor, onlar ayrı, inkarcılar ayrıdır. Cehennem kapısı deyince, tabii
insanın aklına çelik kapılar gelir, öyle değil, onu da orada insanlar
görecekler. Mesela cennet kapısı deyince de, yine bizim aklımıza süslü bir kapı
gelir. Bahçe kapısı gibi, öyle bir şey değil, hepsini orada göreceğiz. Çünkü
Allah, "yepyeni bir yaratılışla yarattık" diyor. Bütün fizik
kanunları değişiyor, kimya kanunları değişiyor, hepsi değişik. İlk defa göreceğimiz
bir boyut, yeni bir hayat şekli. Onun için ne kadar düşünürsek düşünelim, biz
bunu bilemeyiz.
Ayette Allah,
"Hiçbir göz görmedi, hiçbir nefis tatmadı" diyor bakın. O zaman biz
nasıl bilelim? Bileceğimiz gibi bir şey değil ama gördüğümüzde çabuk adapte
olacağız. Çünkü bizim yanımızda tanıtıcılar var, bizim mihmandarlarımız olacak,
eğer mümin olarak gidersek inşaAllah. Çok kolaydır Müslümanlık. Dolayısıyla
müslümanın o anlamda cehennemden korkacağı bir şey yoktur. Biz Allah'tan
korkarız, cehennemden korkarız ama biz cenneti umut ediyoruz. Allah'a
sığınacağız. O cehennem korkusu bizi açar, Allah aşkını artırır,
inşaAllah... (Sayın Adnan Oktar'ın 14 Mayıs 2010 tarihli Kocaeli TV röportajından)
"İman edenlerin cennete kabul edilişlerindeki
sevinçleri"
ADNAN OKTAR: Müminler ve ehli küfür ikisi de cehennemin
kenarına yani cehennemin arazisine getirileceklerdir. Müslümanların, önlerinde
bir ışık sağlarında bir ışık olacaktır ki bu, cennete girecekler anlamındadır.
Ayette Allah, "Kuvvetle umarlar" diyor cennete girmeyi. Allah
vaat etmiş. Işık varsa, önde ve yan tarafta bu müminlik alametidir.
Müminler oradan topluca,
önünde ve sağ tarafında ışığı olan müminlerin hepsi alınıp götürülüyorlar
cennete. Ehli küfür, Allah'a isyan edenlerse diz üstü o arazide bırakılıyorlar.
Orada o ayrılık acısını hissettirmek ve müslümanlara da kurtuluş sevincini
hissettirmek için Allah'ın yaptığı bir süstür bu, bir güzelliktir, o heyecanı
yaşatmak için. Çünkü Allah tekdüzelik yaratmıyor, hep süs yaratır Allah, bir
hareketlilik yaratır, bir güzellik yaratır. Müminler, cennet kapılarından
girdikten sonra cennetin kapıları kapatılıyor. Büyük bir heyecan ve sevinç
içinde oluyor tabii müminler. Artık sonsuzluğa kilitleneceklerdir ve sonsuza
kadar cennetten çıkmak yoktur. Elhamdülillah, orada büyük bir sevinç, heyecan
ve coşku içerisinde dünyada yaptıklarını birbirlerine anlatacaklar... (Adnan
Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından, 13 Ocak 2009)
ADNAN OKTAR: Müminler oraya giderken üstlerinde güzel bir
nurdan kıyafetleri olacak yani çıplak olmayacaklar fakat küfür ve dalalet
tamamen çıplak, tozlu, kirli ve çirkin halde, insanların tiksineceği şekilde
haşredilecekler. Müminler yüzlerindeki nurdan anlaşılacak.
Onları götürecek ruhani
bir varlıktan bahsediyor Allah. Yanlarında sürücülerle gidecekler diyor. Bu
müminler için bir güvenlik ve rahatlık olacak. Mümin hiçbir yerde zaten
korkmayacak, rahatsız olmayacak, tedirgin olmayacak. O toplanma alanına
geldiklerinde hepsi cehennemin arazisine getirilecekler, tamamı.. Müminler de
özellikle getiriliyor ki oradan çıktıklarında cennetin kıymetini daha iyi
bilsinler diye. Sonsuza kadar tadını, kıymetini bilsin. Bir de Allah'ın vaat
ettiğinin ne olduğunu görmeleri de çok önemli. Çünkü cehennemden bahsediyor ama
insanlar bilmemiş olacaklar. Allah o yüzden onlara cehennemi gösterecek,
müminlerin hepsine gösterecek. (Adnan Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından,
24 Şubat 2009)
"Allah cennette çeşitli güzellikler
yaratacaktır."
ADNAN OKTAR: Allah nasip ederse ahirette gittiğimizde, cennete
gittiğimizde son olarak hükmen, usulen, güzellik olsun diye Allah sorgulama
yapıyor. Yoksa Allah bizi cennette yaratıyor, mümin isek cennetteyiz. Küfür de
zaten cehennemde ama Allah orayı süslemiş, önce bir araziye geliyoruz, düz
araziye, cehennemin arazisine geliniyor, orada bir sorgulama var müminlere.
Cenab-ı Allah mesela "Bu insanın durumu nedir?" diyor, Peygamberimiz
(sav) diyor ki, "Ya Rabbi ben ona şahidim, o çok güzel ahlaklı bir insan
diyor. Ben onu gördüm, benim yanımda yaşadı" diyor. Ayette dikkat
ederseniz, "şahit ve müjdeci olarak" diyor. Şahit ve müjdeci.
"Ben gördüm" diyor "Bizzat bu insana ben kefilim iyi bir
insan" diyor. Cenab-ı Allah "Ben de biliyorum" diyor ve
cennetine alıyor. Güzellik olsun, heyecan olsun.
Sevinç ve heyecanla
cennete içeri girmiş oluyor. Mehdi de öyledir. Mesela Mehdi diyecek. "Ya
Rabbi buna şahidim, ben bunu gördüm. Bu kişi yanımdaydı, ama bu münafık ve
alçaktı. Bu ahlaksızlık yapmıştı. Bunu gördüm, ama bu muttaki ve temiz bir
insandı. Güzel bir insandı, çile ehliydi. Bu benim arkadaşımdı, dostumdu"
diyecek. Onlara sınırlı miktarda bir şahitlik yapma ve onların lehinde konuşma
hakkı veriyor Cenab-ı Allah, güzellik olsun diye onları cennette de sevmelerine
vesiledir bu. Münafıklar da onun acısını çeksinler diye böyle oluyor inşaAllah.
(Sayın Adnan Oktar'ın Kanal-35'deki Röportajından, 7 Mart 2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder