AFETLER...
Üzerinde yaşadığımız
dünya, birçok insan farkında olmasa da, içeriden ve dışarıdan pek çok tehdit
unsuruyla doludur. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dıştaki tehdit
unsurlarının sadece bir bölümüdür. Diğer yandan, dünyanın derinliklerine doğru
inildikçe binlerce derece sıcaklıktaki sıvı tabakaya rastlanır. Öyle ki dünyayı
"ayağımızın altında içi kaynayan bir küre" olarak tanımlamak hiç de
yanlış olmaz. Bunların dışında dünyayı çepeçevre kuşatan koruyucu bir atmosfer
vardır. Ancak atmosferin koruyuculuğunun yanında bir de son derece kuvvetli
etkileri olan atmosfer olayları mevcuttur; rüzgarlar, fırtınalar, tayfunlar…
Tüm bu tehdit unsurları
zaman zaman etkili olmakta; bunların sonucunda da can ve mal kaybıyla
sonuçlanan ve doğal afetler olarak adlandırılan olaylar gerçekleşmektedir.
Başta depremler olmak üzere, volkan patlamaları, seller, dev dalgalar,
hortumlar, fırtınalar, büyük yangınlar birbirlerinden farklı şiddet ve etkilere
sahiptirler. Ortak yönleri ise oldukça kısa bir zaman içinde bir şehri, orada
yaşayan insanları ve diğer tüm canlıları yok edebilmeleri ve büyük hasarlara
yol açabilmeleridir. En önemlisi de insanların bu zararları engellemeye
kesinlikle güç yetirememeleridir.
Bu felaketlerin tümü,
insanların çok iyi bildikleri ama karşılaşmadıkları sürece akıllarına getirmek
istemedikleri gerçeklerdir. Dünya üzerindeki yaşam öyle uygun dengeler üzerine
ayarlanmıştır ki, bu tarz olaylar çok büyük alanlarda etkili olmaz. İnsanlar da
dahil olmak üzere tüm canlılar için adeta özel bir koruma mevcuttur. Ama bu
korumanın yanısıra Allah, zaman zaman insanlara, yaşadıkları mekanın ne derece
güvensiz olabileceğini de göstermektedir. Bahsettiğimiz afetleri meydana
getirerek, üzerinde yaşadıkları gezegene hiçbir hakimiyetleri olmadığını onlara
hatırlatmaktadır. Kendi acizliklerini kendilerine göstermekte ve bütün bunlar
öğüt alıp aklını kullanabilenler için birer düşünme nedeni olmaktadır.
Peki bunun dışında
insanların bu olaylardan çıkarmaları gereken sonuçlar nelerdir?
Kitabın başında da
üzerinde durduğumuz gibi dünya, insanların denenmesi, Allah'a iman edenlerle
etmeyenlerin ayrılması için özel olarak yaratılmış bir imtihan yeridir. Allah
bu gerçeği "… amel bakımından
hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan
O'dur..." (Hud Suresi, 7) ayetiyle haber vermiştir.
Dünya için olan bu özel
imtihan ortamı son derece eksiksiz hazırlanmıştır; öyle ki karşılaşılan her
olay belirli sebeplerle meydana gelir. Her detay sebep-sonuç ilişkileri
içerisinde gerçekleşir. Örneğin, insanların yeryüzü üzerinde durabilmesi
yerçekimi kanunuyla açıklanır; yağmurun yağması bulutlar ve rüzgar sayesinde
gerçekleşir; ölüm, kaza veya hastalık mutlaka bir sebeple oluşur… Kuşkusuz bu
tarz sebep sonuç ilişkilerini sayfalarca sıralayabiliriz. Ancak burada önemli
olan bunların sayısı değil, ne derece "inandırıcı" bir sistem
oluşturduklarıdır.
Bu sistemin bir özelliği
de, her olayın insan mantığının kavrayabileceği şekilde gelişmesidir. Örneğin,
Allah zaman zaman insanları doğal afetler yoluyla uyarabilir. Bu tarz bir
olayda, mesela bir depremi düşünelim; pek çok insan ölebilir veya
yaralanabilir. Bunların arasında gençler ve yaşlılar, erkekler ve kadınlar,
hatta çocuklar olabilir. Tüm bunlar son derece "doğal" görünür ve
gafil olan insan, bu afetleri Allah'ın özel bir amaca yönelik olarak
yarattığını fark etmez. Şimdi düşünelim; eğer böyle olmasaydı ve bir depremden
yalnızca Allah'a karşı suç işleyen kişiler etkilenseydi ne olurdu? Kuşkusuz
imtihan ortamı tamamen yok olurdu. Ama Allah böyle bir şeye izin vermemiş ve
yukarıda da belirttiğimiz gibi dünyada gerçekleşen her olayı son derece
"doğal" görünümlü bir mizansende hazırlamıştır. Bu "doğal"
görünümlü olayların ardında bir amaç ve hikmet olduğu, ancak Allah'ın farkında
olan ve derin bir kavrayışa sahip olan insanlar yani iman edenler tarafından
fark edilir.
Ayrıca Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi,
şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize
döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle tüm insanları zaman
zaman iyi ve kötü olaylarla deneyeceğini bildirmiştir. Bir olay olduğunda o
ortamdaki pek çok insanın bundan etkilenmesi elbette imtihanın bir sırrıdır.
Unutulmamalıdır ki Allah sonsuz adalet sahibidir ve O, sonsuz adaletiyle her
insana yaptığının tam karşılığını ahirette verecektir. Bu dünyada insanların başlarına
gelen olaylar yalnızca bir denemedir. Sabredenlerin de, denendiklerini fark
edemeyenlerin de karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir. Nitekim Allah'a
gönülden bağlı, O'nun yüceliğini hakkıyla takdir edebilen insanlar dünyanın bu
sırrını kavramışlardır. Başlarına bir musibet geldiğinde hemen Allah'a yönelir
ve tevbe ederler. Çünkü Allah'ın Kuran'daki şu vaadini bilirler:
Andolsun, Biz sizi biraz
korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet
ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na
dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir
ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
Yukarıdaki ayetlerde de
bildirildiği gibi inanan veya inanmayan tüm insanlar bazı olaylarla denenirler.
Kimi zaman doğal bir afet, kimi zaman günlük hayattan bir olay, kimi zaman
birtakım eksiklikler veya hastalıklar; dünyada insanlardan hiç uzak olmayan
gerçeklerdir. Bu tarz belalar kimi zaman şahısları, kimi zaman ise toplumları
etkileyebilecek düzeyde meydana gelirler. Örneğin, refah ve bolluk içinde
yaşayan kişilerin iflas etmesi, son derece güzel bir insanın bir kaza sonucu
yüzünün bakılamayacak hale gelmesi veya tedavisi olmayan bir hastalığa
yakalanması, ani bir fırtınayla bir şehrin zarar görmesi zaman zaman rastlanan
ve dünya hayatının "pamuk ipliği"ne bağlı olduğunu gösteren
olaylardır.
Önemli olan, insanların
bu olaylardan almaları gereken dersi kavrayabilmeleridir. Çünkü Allah'ın
insanlara, maddi ve manevi zarar veren olaylarla hatırlatmalar yapması, o
insanların bulundukları sapkın durumdan kurtulmaları, Allah'ın dosdoğru yoluna
yönelmeleri için kendilerine verilen bir mesajdır. Allah, insanlara yaşatılan
bu felaketlerin de dünya üzerindeki herşey gibi bir amaçla yaratıldığını,
bunların insanlar için birer "hatırlatıcı" olduklarını
göstermektedir. Allah Kuran'da her olayın Kendi izniyle gerçekleştiğini bize
şöyle bildirmiştir:
Allah'ın izni olmaksızın
hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun
kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir. (Teğabün Suresi, 11)
Allah'ın izni olmaksızın
hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın
yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona
da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Al-i İmran
Suresi, 145)
Karşılaşılan zorlukların
bir hikmeti de şudur: Kendini dünyada güç sahibi gören insan, Allah'ın
dilemesiyle bir anda gerçekleşen afetler karşısında, ne derece aciz olduğunu
fark eder. Ne kendine, ne de etrafındaki insanlara yardım etmeye güç
yetirebilir çünkü herşey Allah'ın elindedir; O'ndan başka zarar veya yarar
vermeye gücü yeten kimse de yoktur. Bu gerçek insanlara şöyle bildirilmiştir:
Şayet Allah sana bir zarar
dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur. Sana bir iyilik
dokunduracak olursa da O, herşeye güç yetirendir. (Enam Suresi, 17)
Bu bölümde çeşitli
afetleri tüm etkileriyle anlatacağız ki böylece bazı insanlara tutkuyla bağlı
oldukları dünyanın geçici bir yurt olduğunu ve asıl yaşamın ahiret hayatı
olduğunu hatırlatalım. Gözler önüne sereceğimiz bu gerçekler aynı zamanda,
meydana gelen afetler esnasında ve sonrasında, insanların içine düştükleri
çaresizliği de kendilerine göstermektedir. Bu çaresizlik, Allah'ın gücü
karşısında insanların hiçbir gücü olamayacağının ve Allah'tan başka dost ve
yardımcıları da olmadığının ifadesidir.
Depremler
Depremler, doğa olayları içinde en zarar verici
etkiye sahip olan ve insanları en çok tehdit edenlerden biridir. Yapılan tespitlere göre dünya
üzerinde yaklaşık iki dakikada bir deprem olmaktadır. Hesaplayacak olursak, bir sene içinde dünyada
meydana gelen deprem sayısının yüzbinleri bulabildiği ortaya çıkar. Bunların yaklaşık 20 tanesi bir şehri yıkacak güçte depremlerdir.
Fakat her zaman kalabalık nüfuslu bölgelere rastlamadıkları için büyük bir zararla sonuçlanmazlar. Her yıl oluşan depremlerin, yaklaşık olarak yalnızca beş tanesi yıkıma ve ölüme sebebiyet vermektedir. Bu bilgiler ışığında düşünüldüğünde aslında insanların depremlerle
çok fazla yüzyüze gelmedikleri anlaşılmaktadır.
Yaklaşık her iki
dakikada bir dünyanın herhangi bir yerinde deprem olmasına rağmen, bu
depremlerin şiddeti öylesine hassas ayarlanmıştır ki; kimi zaman insanlar
bunların varlığından bile haberdar olmazlar. Elbette bu, Allah'ın insanlar
üzerindeki korumasının bir delilidir. Günümüzde depremler en fazla tek bir şehir
ve o şehrin çevresindeki belirli bölgelerde hissedilmektedir. Oysa Allah'ın dilemesi ile bütün
dünyayı
etkileyecek şiddette, yaşamın son
bulmasına
neden olacak, yeryüzünü yerlebir edecek bir sarsıntının olması da oldukça kolaydır. Nitekim yeryüzünün yapısı gereği depremlerin oluşması normaldir; fay kırıkları, tabakalar arasındaki boşluklar vs. bu doğa olayını kaçınılmaz kılmaktadır. Bilimsel bir kaynak, muhtemel depremlerden şöyle söz eder:
Dünyanın
derinliklerindeki kuvvet, sert yerkabuğunu dayanma gücünün ötesinde iter,
kayalar bu gerilmeye karşı koyamayarak yoğun bir enerji patlamasıyla kırılır ve
yarılır. Bu yer sarsıntısının sonucunda şehrin bütün yapıları yerle bir
olabilir, tüm toplum bir daha geri dönmemek üzere yıkıntıların altında
kalabilir. (Doğal Felaketler, Readers Digest, 1996)
Kuşkusuz Allah'ın bir
deprem meydana getirmesi için, "doğal şartlar"ın depreme elverişli
olup olmamasının bir önemi yoktur. Allah, her dilediğini, dilediği anda
gerçekleştirir. Ancak Allah, yeryüzündeki doğal şartları da oldukça güvensiz ve
istikrarsız bir halde meydana getirmekle, insana bu dünya üzerindeki yaşamının
gerçekte pamuk ipliğine bağlı olduğunu hatırlatmaktadır. Nitekim Kuran'da
insanlar muhtemel bir felaket konusunda şöyle uyarılırlar:
Artık 'kötülüğü örgütleyip
düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna
varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? Ya da onlar,
dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden? Ki onlar (bu konuda Allah'ı)
aciz bırakacak değildirler. Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden
(mi emindirler)? Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir.
(Nahl Suresi, 45-47)
Allah dilese, saniyeler
süren bu depremler, saatlerce hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Bu, kuşkusuz
Allah için kolaydır. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur. İnsanlara Kendi
büyüklüğünün farkına varmaları ve O'nun dilemesine karşı gelemeyeceklerini
görmeleri için hatırlatmada bulunur. İnsanlara dünyaya yönelik çabalarının
hiçbir karşılığı ve kazancı olmadığını hatırlatır.
Bu noktada son yıllarda
meydana gelen en büyük depremleri ve etkilerini de hatırlamakta yarar var.
Japonya'da Tüm Ülkeyi Felç Eden 8.9
Şiddetindeki Deprem
Depremler son yıllarda
giderek sıklaşmış ve güçleri de nerdeyse bir ülkeyi yerle bir edecek şekilde
artmıştır. 2011 yılının Mart ayında Japonya 8.9 şiddetinde depremle adeta
yerlebir olmuştur. Japonya kıyılarını vuran 8,9 büyüklüğündeki depremin
ardından yüksekliği 10 metreye ulaşan tsunami yaşanmış, yüzlerce kişi ölmüş,
yüzlerce kişi de kaybolmuştur. Ülke, tarihinin en büyük felaketlerinden biriyle
karşı karşıya kalmıştır. Japonya'da son 140 yılın en şiddetli depremi, başkent
Tokyo da dahil olmak üzere tüm ülkeyi etkilemiştir. Depremden sonra ilk
tsunami, bazı bölgelerde 10 metre yüksekliğe ulaşmış, çok sayıda araç ve ev bir
anda sular altında kalmıştır. Felaket, bazı bölgelerde sanayi tesislerinde
yangınlara da yol açmıştır. Japon medyası en az 310 kişinin öldüğünü, 544
kişinin yaralandığını ve yüzlerce kişinin kayıp olduğunu duyurmuştur.
Helikopterlerden çekilen
ve Japon televizyonlarında yayımlanan görüntüler, Kuzey'deki kıyı bölgelerinde
gemilerin karaya çıktığını, yüzlerce evin sular altında kaldığını gözler önüne
sermiştir. Deprem kuşağında yaşadıkları için bu doğal afete karşı en etkili
önlemleri alan ve sürekli deprem tatbikatı gören Japonlar bu afetin boyutları
karşısında tamamen çaresiz kalmışlardır. Başkent Tokyo ve çevresinde, yaklaşık
4 milyon evin elektriği kesilmiş, ulaşım sistemi felce uğramış, binlerce kişi
sokaklarda, evlerinde veya tren istasyonlarında mahsur kalmıştır.
Japonya'da yaşanan 8.9
şiddetindeki bu deprem insanların afetler karşısında ne kadar aciz olduklarını
göstermesi açısından son derece önemlidir. Deprem ve tsunami Japonya'yı
beklenmedik bir anda kuşatmış ve doktorlar, mühendisler, bilim adamları
kendilerini saran dev dalgalarla birkaç saniye içinde yaşamlarını
yitirmişlerdir. Ne kariyerleri, ne malları, ne paraları, ne de çok değer
verdikleri şirketleri ve aileleri kendilerini kurtaramamıştır. Fabrikalar,
evler, banka kasalarındaki paralar, mücevherler, hepsi suların altına
gömülmüştür. Bu gibi büyük felaketler dünyanın geçiciliğinin yanısıra,
teknolojinin, gücün, paranın aslında hiçbir işe yaramadığını da bize
hatırlatır.
Teknolojinin Yenilgisi: Kobe Depremi
Sahip oldukları teknolojinin üstünlüğü, çoğu zaman bazı insanlara doğaya hükmetmeye güçleri
varmış gibi
bir his verir. Oysa bu hisse kapılanlar, çok kısa süre içerisinde hayal kırıklığına uğrayabilirler. Çünkü sonuç olarak teknoloji de
Allah'ın,
insanların
hizmetine verdiği bir araçtır ve Allah'ın hakimiyeti altındadır.
Nitekim en üstün teknolojinin dahi doğaya hükmetme imkanına sahip olmadığını çeşitli olaylar insanlara ispatlamıştır.
Örneğin Japonlar yapılarında
titizlikle uyguladıkları "depreme karşı tedbir" teknolojisine rağmen;
1995 yılının Ocak ayında sabaha karşı meydana gelen bir depreme yenik düşmekten
kurtulamamışlardı. İleri bir teknoloji ile inşa ettikleri binaların çoğu kağıttan
yapılmışçasına yıkılmıştı. Japon hükümeti ve üniversiteleri, depremleri önceden
haber veren bir yönteme sahip olabilmek için, yaptıkları sayısız araştırmalara
son 30 yıl içinde bir milyar dolar (yaklaşık 40 trilyon lira) yatırmışlardı.
Ama başarılı olamadılar, çünkü yer kabuğundaki sarsıntıları tanıyıp sınıflandırmak
için yüzde yüz geçerli modeller geliştirmek olanaksızdır. Nitekim Kobe'de
meydana gelen deprem farklı özelliği açısından bu duruma bir örnek teşkil
etmektedir.
Kobe'de halk, depremi
kendilerine birkaç saat, hatta birkaç gün önceden haber verebilecek bir sisteme
güvenmekteydi. Fakat bu güzel liman kentini bir anda altüst eden ve merkezi
Kobe'den 25 km. uzaklıkta ve denizin 15 km. altında bulunan depremi hiçbir
sistem haber veremedi. Japonların "en güçlü depreme bile dayanır" dedikleri
binalarının, bu şiddetli depreme karşı bir dayanma gücünün olmadığı ortaya çıkmış
oldu.
Depremin gerçekleştiği
Kobe ve Osaka kentlerinin bulunduğu bölge, Japonya'nın önde gelen sanayi ve
ticaret merkezlerindendi. Bu yüzden deprem sonrasındaki maddi zarar milyarlarca
dolar oldu.3
Bu büyük depremle
birlikte ummadıkları bir zamanda gelen büyük bela sebebiyle bölge halkı değil
geleceğe yönelik bir plan yapmak, bulundukları anda bile ne yapacaklarını
bilemez duruma gelmişlerdi.
Depremlerin içinde bulunduğumuz
yüzyılda hem şiddet hem de sayı olarak artması bizim için başka bir önem daha
taşımaktadır. Bize ahir zamanda yani
dünyanın son dönemlerinde olduğumuzu hatırlatmaktadır:
Depremlerin
sürekli artması ve şiddetini artırması Hz. Mehdi'nin çıkış alametlerindendir
Şu hadiseler meydana
gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır... Depremler çoğalacak... (Ramuz-El Ehadis,
476/11)
Kıyametten önce iki
büyük hadise vardır... ve sonra da zelzeleli yıllar. (Ramuz-El Ehadis, 187/2)
Anlaşmazlıklar ve
sık sık depremler vaki olacak... (Kıyamet Alametleri, s. 166)
Son birkaç yıl içinde
meydana gelen yüksek şiddetli depremler, dünya kamuoyunun gündeminde ilk
sıralarda yer almaktadır. Depremlerin dünya tarihinde ilk kez bu denli çok
sayıda ve sıklıkta olması, ayrıca şiddetlerinin de oldukça yüksek rakamlara
ulaşması, Hz. Mehdi (as)'ın çıkışının bir habercisidir.
Yakın geçmişe bakıldığında deprem
sayısının çok az olduğu görülmektedir. Örneğin ABD Jeolojik Araştırma Kurumu'nun raporlarına göre 1556-1975
yılları arasındaki yaklaşık 400 yılda meydana gelen 5.0 ve daha büyük
şiddetteki depremlerin sayısı sadece 110'dur. Hicri 1400 yılının başından
itibaren ise depremler dünya tarihinde görülmemiş şekilde artmıştır. Kuşkusuz ki bu rakamlar Hicri 1400 (Miladi 1979-1980) yılının başından
itibaren depremlerin sayısındaki artışı çok açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Sadece 1999 yılında
yeryüzünde küçük veya büyük şiddette 20.832 deprem meydana gelmiştir. Bu
depremlerde resmi açıklamalara göre tahmini olarak 22.711 insan ölmüştür. Tıpkı
Peygamber (sav)'in hadisinde belirttiği gibi:
"Ümmetimde
zelzeleler olur. Öyle ki, bu zelzelelerde on bin, yirmi bin, otuz bin kişi
ölür…" (İbni Asakır, Geleceğin Tarihi 1, Orhan Baytan, Mevsim Yayıncılık,
s. 81)
Son otuz yılda dünyada
gerçekleşen depremlerden birkaçı şöyledir:
Tarih :
28 Temmuz 1976
Yer : Çin
Şiddet : 7.8
28 Temmuz 1976'da Çin'de
7.8 büyüklüğündeki deprem oldu. 242 bin kişi hayatını kaybetti ve 164 bin kişi
yaralandı.
Tarih : 07 Aralık 1988
Yer : Ermenistan
Şiddet : 6.9
7 Aralık 1988'de
Ermenistan'da meydana gelen depremde 20.000 kişi hayatını kaybetti, 500.000
kişi de evsiz kaldı.
Tarih : 17 Ocak 1995
Yer : Kobe
Şiddet : 7.7
1995 yılındaki Kobe
Depremi, 20 saniye sürmesine rağmen 100 milyar dolar civarında zarar oldu.
Tarih : 26 Ocak 2001
Yer : Hindistan
Şiddet : 7.9
Hindistan'da 26 Ocak
2001'de yaşanan 7,9 şiddetindeki depremde 30 bin kişi hayatını kaybetti, 166
bin kişi yaralandı.
Tarih : 26 Aralık 2003
Yer : İran
Şiddet : 6.7
26 Aralık 2003'te
İran'da meydana gelen 6.7 büyüklüğündeki depremde 20 bin kişi hayatını
kaybetti, 50 bin kişi yaralandı.
Tarih : 26 Aralık 2004
Yer : Endonezya
Şiddet : 9
26 Aralık 2004'te
Endonezya'da, 9.0 büyüklüğündeki deprem sonucu oluşan tsunamide 300 bin kişi
hayatını kaybetti.
Tarih : 08 Ekim 2005
Yer : Pakistan
Şiddet : 7.6
8 Ekim 2005'te
Pakistan'da gerçekleşen 7.6 şiddetindeki depremde yaklaşık 100 bin kişi
hayatını kaybetti.
Son 30 yıl içinde, yani
Hicri 1400 itibariyle, burada saydıklarımızın dışında irili ufaklı çok sayıda
deprem yaşanmıştır. Bu depremler sonucu binlerce insan evsiz kalmıştır.
Peygamber Efendimiz
(sav)'in bir hadisinde de bu duruma işaret edilmektedir.
"Barınacak
evler, sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız günler yaklaşmıştır. Çünkü
evlerinizi depremler yıkacak..." (Kıyamet Alametleri, s. 146)
Peygamber Efendimiz
(sav)'in hadisleri yanı sıra, Kuran'da da depremle kıyamet arasındaki ilişkiye
işaret eden ayetler bulunmaktadır.
Kuran'ın 99. Suresi'nin
adı Zelzele (büyük sarsıntı, deprem)'dir. Bu surede yerin şiddetli sarsıntısı
tasvir edilmekte, bunun ardından da kıyamet günü insanların diriltilecekleri ve
Yüce Allah'ın huzurunda hesap verecekleri bildirilmektedir:
Yer, o şiddetli sarsıntıyla
sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği
zaman, O gün (yer) haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin ona
vahyetmiştir.
O gün insanlar, amelleri
kendilerine gösterilsin diye bölük bölük fırlayıp-çıkarlar.
Artık kim zerre ağırlığınca
hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük)
işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 1-8)
Diğer ahir zaman
alametleriyle birlikte incelendiğinde günümüzde yaşanan ve giderek artan ve
gücünü de artıran afetlerin sıradan olaylar olmadığı, çok önemli bir dönemin ve
bu dönemde zuhur ederek bütün Müslüman aleminin kurtuluşuna vesile olacak olan
Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunun habercisi olduğu açıkça görülmektedir.
Tayfunlar, Kasırgalar, Hortumlar...
Tayfun, kasırga gibi atmosfer olayları da dünya üzerinde sıkça karşılaştığımız afetlerdendir. Bu olaylar sırasında oluşan rüzgarlar kimi zaman
evleri, binaları, barakaları, ağaçları, elektrik direklerini ve
insanları fırlatıp savuracak kadar
güçlüdür.
Özellikle güçlü
tayfunlar, denizi de çalkalayarak dev dalgaların oluşmasına ve denizin aniden
kabarmasına sebep olurlar. Fırtına dalgası olarak isim lendirilen bu olayda,
dalgalar çok güçlü bir etkiyle kıyıdan karaya vurur. Bu, kimi zaman o bölgedeki
karanın tamamen sular altında kalmasıyla sonuçlanabilir. Ayrıca tayfunla gelen
yağmur, özellikle nehir alanlarında ciddi sellere yol açar.
Çoğunlukla sadece hafif
bir esinti olarak hissettiğimiz rüzgarın, kimi zaman insanları, hayvanları, taşıtları
ve hatta evleri hareket ettirecek güçte olması, Allah'ın kudretini gözler önüne
sermektedir. Burada da depremler için geçerli olan kanun işlemektedir. Allah
dilese tayfun, kasırga, hortum gibi atmosfer olaylarını çok şiddetli ve sık
olarak oluşturabilir. İnsanlar birinin zararlarını telafi edemeden diğerlerine
yakalanabilirler. Kuran'da rüzgarların Allah'ın kontrolünde olduğu, insanlara şöyle
hatırlatılmıştır:
Gökte olanın sizi yere
geçirmeyeceğinden emin misiniz? Bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır.
Yoksa gökte olanın üzerinize 'taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgar' göndermeyeceğinden
emin misiniz? Siz o takdirde Benim uyarmam nasılmış bilip-öğreneceksiniz.
Andolsun, kendilerinden öncekiler de yalanladı. Fakat Beni inkar (etmelerine
karşılık verdiğim azab) nasılmış? (Mülk Suresi, 16-18)
Oysa Allah her olayda olduğu gibi burada da insanlar
üzerindeki korumasını
göstermekte; onları ara ara gönderdiği fırtınalarla uyarmaktadır. Uyarmaktadır ki; insanlar dünyada ne amaçla bulunduklarını, Allah'ın gücü karşısındaki acizliklerini ve O'na hesap verecekleri
günle karşılaşacaklarını unutmasınlar.
Yanardağlar, Volkanlar
Yer kabuğunun sismik hareketi
sonucu meydana gelen depremlerin yanında, volkanik dağlarda oluşan patlamalar da önemli doğal felaketler arasındadır. Dünyada 550'si yer üstünde4 ve diğerleri deniz dibinde olmak
üzere 1500 dolayında aktif yanardağ bulunmaktadır. Bunlardan herhangi birinin, herhangi bir zamanda harekete geçmesi son
derece kolaydır. Bir yanardağ harekete geçtiğinde ise kısa bir süre içinde bulunduğu bölgenin tümünü etkisi altına alabilir. Hiçbir
teknolojinin bunu engellemeye güç yetirmesi de mümkün olmaz.
Volkanlar, tarihte ve
günümüzde oldukça büyük izler bırakmışlardır. Geçmişte var olan şehirleri
haritadan silmiş, toplumları yok etmişlerdir. Ekinler yok olmuş, tarlalar
küllerle ve gökyüzü de toz bulutlarıyla kaplanmıştır.
Büyük bir azap kaynağı
olan yanardağ patlamaları, tarihte Pompei gibi büyük şehirleri yok etmiştir.
Vezüv yanardağının hareketlenerek hiç kimseye kaçma fırsatı vermemiş olması kuşkusuz
ibret vericidir.
Günümüzde de etkilerini
sürdüren yanardağlar kimsenin beklemediği bir anda faaliyete geçmekte ve oluşturdukları
lavlar, uzun mesafeler boyunca ilerleyerek büyük zarara yol açmaktadır.
Patlamanın lavlar dışında bir diğer etkisi de önüne çıkan herşeyi yakıp yutan,
gaz ve külden oluşmuş bir rüzgarın oluşmasıdır. Bu rüzgarın hızı bazen saatte
160 km'ye kadar çıkmakta, yakıcı bir etkisi olmakta, görüş ufkunu neredeyse yok
etmektedir.
200 aktif volkana sahip
Endonezya'daki Karakatou yanardağında 1883 yılında görülen patlama, 160'dan fazla
köyün yok olması ve 36.000 kişinin bu patlama sonucunda oluşan tsunamide (dev
dalgalarda) boğulmasıyla sonuçlanmıştır. Patlamanın tozları, 10 gün sonra 3000
mil uzağa kadar düşmüştür.
Volkanların bir diğer
özelliği de umulmadık bir zamanda harekete geçmeleridir. 1985 yılında, 150 yıllık
bir uykudan sonra, Nevado del Ruiz yanardağının patlaması da buna bir örnektir.
Binlerce insanın ölümüne neden olan bu patlama, aslında oldukça küçük bir
patlamadır. Bir kıyas yapmak gerekirse, 1980'de meydana gelen St. Helens Dağı'nın
patlamasının ancak % 3'ü şiddetindedir. Nevado Del Ruiz'in patlaması, o bölgede
bulunan buz ve karı eritmeye yetecek kadar ısı yaydığı için, çamur ve su seli,
dağın eteklerinden gelerek Armero şehrini silip süpürmüştür. Bu patlama, 1902'de
Karayip adasında 30.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan Pelee Dağı patlamasından
beri görülen en büyük volkan felaketidir. Bu olay esnasında yatmaya hazırlanan
25.000 kişiden, ertesi sabah sadece 2.000'inin kaldığı tespit edilmiştir.
Geriye kalan 23.000 kişi patlama sonunda çamura gömülmüştür.6
Bu olaylarla da anladığımız
gibi, Allah insanlara ölümün ne kadar kolay ve yakın olduğunu göstermekte,
onları dünyada var oluş amaçlarını düşünmeye davet etmektedir. Allah'ın sonsuz
gücünü gören insanlara düşen de, dünyada yaşayacakları 50-60 yılı çok uzun
görüp ebedi hayatları olan ahireti unutmamalarıdır. Her ne sebeple olursa olsun
herkes mutlaka bir gün ölecek ve Allah'ın huzurunda hesap verecektir:
Yerin başka bir yere,
göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan
Allah'ın huzuruna çıka(rıla)caklardır. (İbrahim Suresi, 48)
Tsunamiler
Japonca bir kelime olan
tsunami, liman dalgası anlamını taşır. Genellikle denizde depremlerden sonra
meydana gelen dev dalgalardır. Bu dev dalgaların etkisinin bazı durumlarda atom
bombasının verdiği tahribata yaklaştığı da kaydedilmiştir. Özellikle yukarıda
bahsettiğimiz 2011 yılının Mart ayında Japonya'da meydana gelen tsunami
Japonya'yı kıskıvrak yakalamış, tüm hayatı bir anda durdurmuş, insanlar teknolojinin
böylesine büyük bir felaket karşısında ne kadar aciz kaldığına şahit
olmuşlardır.
Seller
Yeryüzünün pek çok
bölgesinin böylesine ciddi tehditlerle karşı karşıya olması kuşkusuz önemli bir
gerçeğin habercisidir. Allah insanlara her yönden azap göndermeye ve tüm
kazandıklarını saniyeler içinde geri almaya kadirdir. Felaketlerin yeryüzünün
her yanından gelmesi, insanların Allah'ın dilemesi dışında hiçbir yerde güvende
olamayacaklarının en belirgin göstergesidir. Allah azabı dilediği şekilde,
yerin altından üstünden, karadan ve denizden göndermektedir. Ve insanları bu
gerçeği akılsızca göz ardı etmemeleri konusunda uyarmıştır:
O ülkeler halkı, geceleri
uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o
ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi
idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası
(akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 97-99)
Nitekim Allah'ın
insanlar için bir nimet ve güzellik olarak verdiği su, yine Allah'ın
dilemesiyle kahredici bir azaba da sebep olabilmektedir. Her yıl mutlaka böyle
bir sel felaketine şahit olmalarına rağmen, bazı insanların bunu kendilerinden
uzak görmeleri ise şaşırtıcıdır.
Günümüzde giderek artan şiddetli
kasırgalar, seller ve tsunamiler de ahir zamanın işaretlerindendir
Peygamber Efendimiz
(sav), bundan 1400 yıl önce içinde bulunduğumuz ahir zamanda artan yağışların
ciddi felaketlere sebebiyet vereceğini hadislerinde bildirmiştir:
• Ev ve kulübe bırakmayan
şiddetli bir yağmur yağıncaya kadar kıyamet kopmaz. (Kıyamet Alametleri, s.
253)
• Gökten şiddetli yağmur
yağıp taş binalar hariç bütün kerpiç evler yıkılmadıkça kıyamet kopmaz. (Ahmed
b. Hanbel, Müsned 13/291, Hadis no: 7554)
• "Yağmurun
çoğalması, otların azalması... kıyametin yaklaşmasındandır." (Kıyamet
Alametleri, s. 137)
Tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar fazla sayıda afet haberini hergün televizyonlarda izliyor,
gazetelerde okuyoruz. Doğal afetlerin son yıllarda hem sayı olarak hem de
oluşturduğu kayıplar olarak arttığı istatistiksel bir gerçektir. İçinde
bulunduğumuz dönemde yaşanan doğal felaketler dünyanın pekçok ülkesinde
milyonlarca insanı etkilemiş ve hesaplanamayacak büyüklükte maddi hasara yol
açmıştır.
• Kıtlık ve fitneler yılı;
yağmurun yağmaması değil, yağmurun yağıp yağıp da bitki adına birşey
bitirmemesidir. (Müslim; Kıyamet ve Alametleri, Ömer Öngüt, Hakikat Yayıncılık,
s. 77)
• İnsanların üzerine
yağmurun bolluğu, fakat verimin azlığıyla aldatıcı yıllar gelecektir. (İbn-i
Mace, hadis no: 4036; Kıyamet ve Alametleri, Ömer Öngüt, Hakikat Yayıncılık, s.
66)
• "Evet; Ey Selman!
Kuyruklu yıldız çıktığı, seller çoğaldığı, ... zaman.." (Medineli Allâme
Muhammed b. Resul el-Hüseynî el-Berzencî, Kıyamet Alametleri, s. 151)
1950-2000 yılları
arasında dünya çapında yaşanan sel felaketleri grafiksel olarak incelendiğinde
son 30 yıla girdiğimizde bu artış hızının çok büyük çapta arttığı
gözlenmektedir:
YIL 1991, BANGLADEŞ
Sel felaketinde 120.000'den
fazla kişi hayatını kaybetti, milyonlarca kişi evsiz kaldı.
YIL 2000, MOZAMBİK
1 milyon kişi sel
yüzünden evsiz kaldı
YIL 2002, HİNDİSTAN, NEPAL, BANGLADEŞ
Mevsimsel muson
yağmurlarının yol açtığı felaketlerde yaklaşık 1000 kişi öldü.
YIL 2003, ÇİN
Şiddetli yaz
yağmurlarından 2000 kişi öldü, 300 bin kişi evsiz kaldı.
YIL 2004, ENDONEZYA
Tsunaminin neden olduğu
sel felaketinde 230.000 kişi hayatını kaybetti.
YIL 2007, ASYA
20 milyon kişi evsiz
kaldı.
YIL 2008, HİNDİSTAN
3 ay süren yoğun
yağışlar nedeniyle 2400 kişi hayatını kaybetti.
YIL 2010, PAKİSTAN
Pakistan'ın yüzde 70'i
sular altında kaldı, 4 milyon kişi evsiz kaldı, 1000'den fazla kişi hayatını
kaybetti, binlerce kişi kayboldu.
YIL 2010, KOLOMBİYA
1 milyon 300 bin kişi
evsiz kaldı.
YIL 2011, BREZİLYA
Ülke tarihinin en büyük
sel felaketinde 700 kişi hayatını kaybetti, 14.000 kişi evsiz kaldı.
Peygamber Efendimiz
(sav)'in hadislerinde bildirdiği gibi onbinlerce kişinin hayatını kaybettiği,
milyonlarca kişinin evsiz kaldığı, taş taş üstünde bırakmayan, tüm ekinlerin
yok olmasına neden olan şiddetli yağışların neden olduğu ahir zaman selleri son
30 yıldır dehşetli bir yoğunlukta yaşanmaktadır.
Tarihten İbret Verici Bir Örnek: Titanik
Dünya tarihi, sahip
oldukları
güce ve teknolojiye güvenerek Allah'ın kudretini unutan insanların başlarına gelen ibretlik
olaylarla doludur. Bu olayların her biri, ne gücün, ne zenginliğin, ne bilimin, ne de
teknolojinin, kısaca hiçbir şeyin Allah'ın takdirine karşı koyamayacağını ispat
etmesi ve O'nun gücünün ve büyüklüğünün herşeyin üstünde olduğunu bir kere daha insanlara hatırlatması açısından oldukça önemlidir.
Sayısız örneğini
verebileceğimiz bu olayların en çok bilinenlerinden birisi de, bundan yaklaşık
86 sene evvel Titanik adlı transatlantiğin başına gelen felaketti. Titanik, 15
bin kişinin çalışması sonucunda üretilen görkemli bir yolcu gemisiydi. 55 metre
yükseklik ve 275 metre uzunluğuyla o ana kadar yapılmış en büyük ve en ihtişamlı
gemiydi. Bazı insanlar, teknik donanım olarak da çok üstün biçimde inşa edildiği
için, geminin ne olursa olsun batmayacağına kendilerini inandırmışlardı. Ancak
buna güvenenler önemli bir gerçeği unutuyorlardı: Allah'ın takdir ettiği
kadere, hiçbir şekilde karşı konamazdı. Nitekim hiç umulmadık küçük bir hasar,
teknolojiyi safdışı bırakıp geminin kısa süre içinde batmasına sebep oldu.
Gemiden kurtulanlar,
batacakları kesinleştiği zaman birçok kişinin güvertede toplanıp dua etmeye başladıklarını anlatmışlardır. Nitekim Kuran'ın birçok ayetinde, insanların sıkıntı veya tehlike durumunda Allah'a dua ettikleri
ancak sıkıntı üstlerinden kaldırılınca ettikleri duaları unuttukları bildirilmiştir:
Sizin Rabbiniz, fazlından
aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür. Gerçekten O, size karşı
merhametli olandır. Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında
taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt
çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden
veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz?
Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize)
gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz
nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı
alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra Suresi, 66-69)
Bir insan hayatında böyle bir olay yaşamış veya yaşamamış olsun, dünyadaki herşeyin geçici olduğunu ve bütün gücün
Allah'a ait olduğunu asla unutmamalıdır.
Çünkü insan, böyle bir olayla karşılaştığında bir daha geride bıraktığı hataları telafi ihtimaline sahip olmayabilir. Allah ölümü,
insanın karşısına hiç ummadığı bir anda çıkarabilir:
Onlar, göklerin ve yerin 'bağımlı
olduğu egemenliğe ve sünnete' (melekût) Allah'ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip)
ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi
söze inanacaklar? (Araf Suresi, 185)
Dünyanın çevresini sessizce saran
göktaşları
Yan sayfada gördüğünüz
resim 1980-2010 yılları arasında dünyanın etrafında tespit edilen göktaşlarını
göstermektedir. Bu bilimsel çalışmada ekrandaki kırmızı renkli noktalar, Dünya
yörüngesine giren göktaşlarını; sarı renkli noktalar Dünya yörüngesine yaklaşan
göktaşlarını, yeşil renkli noktalar ise diğer göktaşlarını temsil etmektedir.
İngiliz astronom Scott
Manley son 30 yılda keşfedilen göktaşlarının günlük haritasını çıkararak toplam
11.000 resimden oluşan bir video oluşturmuştur. Bu videoya göre:
YIL 1980: Göktaşları Dünyanın etrafında belirmeye başlıyor.
1980 yılında Dünyanın
etrafında tespit edilebilen 8,954 tane göktaşı görülüyor.
YIL 1985: Göktaşı sayısı 11.696
YIL 1990: Göktaşı sayısı 14536'ya ulaştı.
YIL 1995: Dünyanın etrafındaki göktaşı sayısı 23.104'e
ulaştı.
YIL 1999: Göktaşı sayısı 49.009.
1999 yılına kadar göktaşlarının miktarındaki artış belli bir oranda
ilerlerken bu tarihten itibaren göktaşı sayısının artış hızı büyük bir ivme
kazanıyor.
İngiliz gazetesi Daily
Mail, Dünyayı hızla sona doğru hazırlayan göktaşlarının bu olağanüstü
artışını şu başlıkla duyurdu: "Güneş sisteminde ürkütücü yoğunluktaki
göktaşları: Yeni video orada kaç tane göktaşı olduğunu ortaya çıkardı..."
2000 yılına girdiğimizde Dünyanın etrafındaki
göktaşı sayısı daha önce görülmedik bir hızla artarak yaklaşık bir misli
sayıya, 118.441'e ulaşıyor.
YIL 2003: Göktaşı sayısı 226.693. Dünyaya en yakın ve en
güçlü tehdidi oluşturan kırmızı renkli göktaşlarının sayısı oldukça artmış
durumda.
YIL 2007: Göktaşı sayısı 27 yıl öncesine göre 44 kat arttı.
Bu tarihteki tespit edilebilen toplam göktaşı sayısı 389.325.
Ayrıca tespit edilen bu
göktaşlarının yanı sıra Dünya yörüngesinde hareket eden 100 bin ila 1 milyon
adet keşfedilmemiş göktaşı olduğu tahmin edilmektedir.
YIL 2009: Dünya yörüngesinin içindeki kırmızı renk yoğunluğu
iyice artıyor.
2010 yılına
geldiğimizde Dünya yörüngesi,
yeşil renkli yoğun göktaşı bulutuyla tamamen çevrilmiş durumda. Ancak daha da
riskli olan Dünya yörüngesinin içinde olan kırmızı göktaşlarının, Dünyanın
etrafında oluşturdukları tehlikeli birikim.
Son olarak 3 Ocak günü
alınan göktaşı haritasında Dünyanın göktaşları arasından güçlükle seçildiği
görülüyor.
Dünya, etrafını saran bu
dev ateş toplarından biriyle her an isabet alabilir. Allah, Dünyanın sonunu
getirecek olan kıyamet saati için bir vakit belirlemiştir ve bu göktaşları o
saate doğru büyük bir hızla ilerliyorlar.
Kuran ayetlerinde bu
durum hakkında şöyle buyurulmaktadır:
Ey insanlar, Rabbinizden
korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. Gerçek şu
ki, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah
kabirlerde olanları diriltecektir. (Hac Suresi, 1- 7)
Şu an sayıları yaklaşık
540 bini bulan bu göktaşlarından biri Dünyaya vurup, Dünyayı ayakta tutan tüm
sistemlerin altüst olmasına, Dünyanın içine çöküp uzayda dağılmasına ve
yeryüzündeki canlılığın sona ermesine neden olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Peygamber Efendimiz
(sav) de hadislerinde ahir zamanda yaşanacak olaylar hakkında bilgi verirken
'gökten yağacak taşlar' hakkında şöyle bilgi vermiştir:
"Bu ümmetimin
son anında yer batması, şekil değişmesi ve GÖKTEN TAŞ YAĞMA OLAYLARI VUKU
bulacaktır." (Tirmizi)
Bu ümmetin sonradan
gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle)
hakaret ettiği zaman... gökten taş yağmasını bekleyin." (Kütüb-ü
Sitte, 14/340; Tirmizî, Fiten 31, (2307) )
Kuran'da kıyamet saatine
işaret eden ayetlerden biri de şöyledir:
"(Ki bu taşların her
biri,) Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için (herkese ayrı ayrı)
işaretlenmiştir." (Zariyat Suresi, 34)
Bu ayetin ebcedi 1980
tarihini vermektedir. 1980 yılı yani Hicri 1400 yılı Hz. Mehdi (as)'ın çıkış
tarihidir. Ayrıca bu tarih göktaşlarının yoğunlaşmaya başladığı tarihin de
başlangıcıdır.
Allah, Hz. Mehdi (as)'ın
çıkışıyla birlikte insanlığın son kez Kuran ahlakına yönelmesi sürecini
başlatmıştır.
1999 yılında
göktaşlarının artışına işaret eden ayet ise şöyledir:
EĞER GÖKTEN BİR PARÇANIN DÜŞMEKTE
OLDUĞUNU GÖRSELER BİLE: "ÜST ÜSTE YIĞILMIŞ BİR BULUTTUR." DERLER.
(TUR SURESİ 44)
Bu ayetin ebcedi ise
1999 tarihini vermektedir. Göktaşlarının 1980 yılında artmaya başlaması ve 1999
yılının sonlarına doğru bu artış hızının olağanüstü şekilde yükselmesi kıyamet
alametlerindendir. (Doğrusunu Allah bilir)
"Dünyaya çarpacak göktaşları kıyametin başlangıcına
işarettir."
ADNAN OKTAR: Tur Suresi'nde "eğer gökten bir parçanın
düşmekte olduğunu görseler bile, üst üste yığılmış bir buluttur'
derler" diye bildiriliyor. İşte bu kıyamet öncesi olaya da işaret ediyor.
Çünkü Dünyaya bir göktaşı çarpacak ve Dünya, kıyametten önce birinci göktaşı
çarpmasıyla sarsılacak ve ikinci bir göktaşı daha çarpacak. Sonra üçüncü büyük
bir çarpışma oluyor, ondan sonra kıyamet tam oluşmuş oluyor. 44. ayette "görseler
bile inanmayacaklar" diyor, demek ki insanlar gökyüzünden bir
göktaşının geldiğini anlayacaklar, fakat teşhis edemeyecekler.
"Gökten bir
parçanın düşmekte olduğunu görseler bile, üst üste yığılmış bir buluttur derler".
Onu bir gaz yığını olarak veya başka birşeye benzetecekler veya çarpmayacağını
düşünecekler. "Teğet geçecek Dünyaya" diyecekler ama Dünyaya esaslı
şekilde çarpacaktır. İlk kıyametin başlaması öyle oluyor biliyorsunuz, üç
aşamalıdır. İkinci bir çarpma daha var ayette ve üçüncüsünde Ay ile çarpışması
var. Ay Dünya ile çarpışıyor ve o da Güneş tarafından yutuluyor. "Öyleyse
sen onları (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar
bırak", 45. ayet. Başına 15 eklediğimizde Hicri 1545'e işaret ediyor,
bu ayetin ebced değeri de 2120'dir. Aslında herşey çok açık ve net ama bazı
insanlar dünyaya o kadar dalmışlar ki, para ve hırs o kadar gözlerini kör etmiş
ki gerçekleri bir türlü göremiyorlar…
"Etrafımızı saran göktaşları, Dünyanın kıyametine
hazırlanıyor. Hiçbir teknolojik güç onları durduramaz."
ADNAN OKTAR: Bediüzzaman Hazretleri 2120 gibi bir göktaşının
Dünyaya çarpacağını söylüyor. Hadisler de bu doğrultuda çünkü Peygamber
(sav)'in hadisine göre, 7000 yıllık verdiği takvimi esas alırsak, bunun ne
kadar süresi geçti diyor? "5600 senesi geçti" diyor. Dolayısıyla 1400
ile 1500 arasında Mehdiyet, İttihad-ı İslam, hepsi tamamlanacak. Bediüzzaman,
Hicri 1545 gibi bu çarpmanın olacağını söylüyor. İki çarpma var peş peşe.
Kimileri "çarpma ihtimali yok" diyorlar ama öyle Amerika'nın ya da
başka bir ülkenin baş edeceği kadar değil, çok fazladır sayıları. O kadar atom
bombası, roket yapacak konumları da yok, zamanları da yok, teknikleri de yok.
Bir de taşların nereden geleceği de belli değil. Ayrıca Nemesis'in nerede, ne
zaman, hangi göktaşını fırlatacağı da belli değil. Dans ediyor gibi hareket
ediyor Nemesis ve görünmüyor. Kahverengi cüce. Göremiyorlar ki tespit etsinler
nerede olduğunu, aniden dev bir göktaşı fırlatıyor, hayalet gibi... (Sayın
Adnan Oktar'ın Kahramanmaraş Aksu Tv röportajından, 24 Şubat 2011)
Allah'tan Bir Rahmet
Olarak
İşte
Biz, onların
her birini kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de
suda boğduk.
Allah onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Ankebut Suresi, 40)
Şimdiye kadar anlatılanların
tümü, var oluşlarının gerçek nedenini
unutarak yaşayan
insanlara önemli bir gerçeği bildirmek amacını taşımaktadır: Dünya üzerinde hiçbir şey Allah'tan bağımsız değildir. "… Allah, emrinde galip olandır,
ancak insanların çoğu bilmezler" (Yusuf Suresi, 21) ayetiyle de bildirildiği gibi, hiçbir güç Allah'ın takdir ettiklerine karşı koyamaz.
Fakat "insanların
çoğu" bu gerçeği bilmezler. Bu gibi kişiler dünyada başlarına hiçbir şey
gelmeyeceği zannıyla yaşarlar. Etraflarında olup biten afetlerle bir gün bir şekilde
karşılaşabileceklerini düşünmezler bile. Eğer doğrudan bir bağlantıları yoksa,
söz konusu olayları kendilerinden son derece uzak görürler. Meydana gelen
afetleri duyduklarında kısa bir an için etkilenebilirler ama bir süre sonra
tamamen unuturlar.
Oysa her yeni günün, bir
önceki ile aynı şekilde devam edeceğini düşünmek son derece yanlış bir bakış açısıdır.
Bu bölümde anlattıklarımıza benzer felaketlere maruz kalan kişiler de, yaşadıkları
felaket gününün diğer günlerden farklı olmayacağını düşünmüşlerdir mutlaka. Ama
o gün, onlar için diğerlerinden farklı olmuş ve Allah onları, sahip oldukları
herşeyin bir anda yok olabileceğini gösterecek bir olayla muhatap etmiştir.
İnsanların önemli bir çoğunluğu
bu gerçeğe karşı gaflet içindedir. Hem dünya hayatının kısa bir geçim olduğunu
unutmakta, hem de Allah'a hesap vereceklerini göz ardı etmektedirler. Bu gaflet
dolayısıyla da, Allah için yaşamaları gereken dünya hayatını kendilerine fayda
sağlamayacak konularla oyalanarak geçirmektedirler.
Bu açıdan insanların başlarına
gelen zorluklar hem kendileri hem de onlara şahit olan diğerleri için Allah'ın
bir rahmetidir. Allah bu yolla, Dünyanın geçici bir aldanıştan başka birşey
olmadığını onlara göstermekte, "gerçek yurt" olan ahirete hazırlık
yapmaya teşvik etmektedir. Bu yüzden dünyada insanların başlarına gelen belaların
bir çoğu, Allah'ın onlara sunduğu birer fırsattır aslında. Bu belalar, onların
tevbe etmeleri ve tavırlarını düzeltip ıslah olmaları için verilir. Tüm bu
olaylardan alınması gereken dersi Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder